31 Mayıs 2021 17:54
Tarih 1930’lu yılların başlarını gösterdiğinde doktor olan babasının görevi nedeniyle Kazakistan’ın Almatı şehrinde bulunan 19 yaşındaki Tatyana Nevadoskaya orada gördüklerini ve yaşadıklarını hiçbir zaman unutamadı. İnsanlar yollarda açlıktan kıvranıyor, çaresizce yiyecek bir şeyler arıyorlardı. Kimi yaşama daha fazla tutunamayıp ölüp gidiyordu.
"Kazakların bugünkü nesilleri açlıktan ölen insanları unutmasınlar"
Caddelerde, sokaklarda takatten düşüp ölen insanların oluşturduğu korkunç manzara 19 yaşındaki genç bir kız için kuşkusuz ağır bir yüktü. Nevadoskaya gördüklerini ve yaşadıklarını günlüğüne not etti ve kara kalemiyle betimlemeye çalıştı. Yanından hiç ayırmadığı günlüğünü ve resimleri 1990 yılında tekrar gittiği Kazakistan’da Devlet Arşivi’ne teslim etti. Genç kız belgeleri teslim ederken bir not bırakmıştı:
"O kış, bizim için özellikle yerli halk için kelimelerle ifade edilemeyecek şiddette bir kış oldu. Ben çok genç ve çok hassastım. Bu yüzden çok acıklı ve insanın tüylerini ürperten korkunç olayı, yani açlık ve yokluğu, o zamanlar zavallı halkın durumunu düşünerek çok ıstırap çektim. Kazakların bugünkü nesilleri açlıktan ölen insanları, çocukları ve ihtiyarları; yeryüzünden tamamen silinen ve bomboş kalan köyleri, bozkırda donanları ve hastalananları unutmasınlar diyorum."
Büyük Açlık...
Kazakistan’da 1929-1933 yılları arasında yaşanan büyük “açlık” felaketinde insanlar ne yapacağını bilmiyordu. Etrafta yiyecek bir ot dahi bulmak çok zordu. Hayvanları ya telef olmuş ya da yönetim tarafından ellerinden alınmıştı. Açlıkla mücadele eden insanlar, böcek, kuş, bitki kökleri gibi bulduklarını yemek zorundaydılar. Bunları bile bulmak imkansızdı. O süreçte anneler ve babalar evlatlarının acı içerisinde öldüklerine şahit oldular…
Felaket yedi kardeş
“Felaket yedi kardeştir.” Kazaklar, felaket için yaptıkları bu tanımlama ile sel, salgın, yangın, fırtına, deprem, kıtlık ve kuraklığı kasteder. Ancak yaşadıkları süreç bu felaketlerin yanına bir tane daha ve en korkuncunu ekledi: Rus zulmü. Bu zulüm öyle büyüktü ki 2 milyondan fazla kişi açlıktan öldü, pek çok bilim insanı katledildi, aydınlar sürüldü, baskıcı politikalarla bir halk kırıma uğratıldı. Üstelik bununla da yetinmediler, hafızalarını yok etmeye çalıştılar, demografik olarak parçaladılar, göçe zorladılar. Bugün Kazakistan’ın Siyasi Baskı, Sürgün ve Açlık Kurbanlarını Anma Günü.
Anma günü, 1997 yılında Kazakistan'ın kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in öncülüğünde, "31 Mayıs" olarak belirlendi. Savaş, açlık, sürgün, baskı, kıyım ve kırımla 2 milyonu aşkın insanın ölüme mahkûm edildiği bu büyük felaket tarihin arka sayfalarına hapsedilmiş durumda. Peki, niye yaşandı, Kazakların kendilerini bu felaketin ortasında bulmalarına yol açan süreç nasıl gelişti?
Bu süreci “Kurşunlanan Türkoloji” kitabında ayrıntıları ile anlatan Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Buran’a göre gelinen süreç planlıydı ve birdenbire ortaya çıkmadı.
1723- Kazaklar 1 milyon kayıp verdi
Sovyetler Birliği’nin politikaları birdenbire ortaya çıkmadı. Öncesine kısaca değinecek olursak, Kazaklar, 1723 yılında Çinliler ile bir savaşa girdi. Kazaklar bu savaşta 1 milyon civarında kayıp verdi. Çin’in baskısından kurtulmak için Çarlık Rusya’sının himayesine girmek zorunda kaldılar.
1916- Çarlık Rusya’sına isyan
Ancak bu himaye beklendiği gibi gelişmedi. Çarlık Rusya’sı döneminde Türkistan coğrafyası işgal edildi. Bu işgalde de birçok kıyım ve kırım yapıldı. Ardından baskı ve zulüm geldi.
1916 tarihine gelindiğinde, Türkistan coğrafyasında Çarlık Rusya’sına karşı büyük bir isyan başlatıldı. İsyanda çoğunluğu Kazak ve Kırgızlardan olmak üzere 673 bin kişi hayatını kaybederken, 300 bin kişi Çin’e kaçmak zorunda kaldı. 168 bin kişi ise Sibirya’ya sürüldü.
Sovyetler Birliği’nin kurulması
1916’daki büyük isyandan sonra, Çarlık Rusya’sının içindeki Türkler ve diğer Müslüman topluluklar Bolşevikleri desteklediler. 1917 Bolşevik İhtilali gerçekleşti. Sovyetler Birliği bu ihtilalden sonra kuruldu. Kazaklar için değişen pek bir şey olmadı. Sovyet ideolojisi milliyet anlayışını reddediyordu. Prof. Dr. Buran pek çok olayın arkasındaki nedenin bu reddedişin olduğu görüşünde:
"20’nci yüzyılın başları ulus devlet çağıydı. Ancak Sovyet Birliği, ulus devlet çağında ortaya çıkan çok uluslu ve ‘ulus’ anlayışını kabul etmeyen ideolojik bir devletti. Marksist bir felsefeye dayanan Sovyetler birliği, milliyet anlayışını reddediyordu. Sovyetler Birliği döneminde meydana gelen birçok olayın arkasında işte bu anlayış vardı."
Baskıcılığın sebepleri
Sovyet baskıcılığının nedeni neydi? Buran’a göre bunun iki sebebi var:
“Birincisi Sovyet Birliği’nin içerisinde Rus kökenli insanlardan sonra en fazla Türk kökenli insanlar geliyordu. Bu insanları kontrol altında tutma endişesi Sovyet Birliği’nde hep vardı. Türkleri mümkün olduğu kadar birbirlerinden uzaklaştırma ve kontrol altında tutma düşüncesi hâkimdi. Bu düşünceler dolayısıyla Sovyet politikaları baskıcı bir anlayışla yürütüldü. İkincisi ise Sovyetler Birliği ideolojik bir devlet olarak kuruldu. Sosyalist bir devletti, Marksist, Leninist bir felsefeye dayanıyordu. İdeolojilerine aykırı görünen birçok konuya da düşmanlık yapıldı. Örneğin tarihî-dinî değerler, geleneksel kültür değerleri gibi. Tüm bunlar da yok edilmeye çalışıldı.”
Türkistan’daki ilk bağımsız devlet: Alaş Orda Hükümeti
Tüm bu baskıcı tutumlara karşı Kazakistan’da Alaş Orda Hareketi ortaya çıktı. Hareket özelde Kazakların genelde Sovyetler içindeki Türklerin ve Müslümanların haklarını savunan yapıya sahipti.
“Alaş Orda Hareketi bir süre sonra partileşti ve bu Parti, 1917 yılında Kazakistan’ın Semey şehri merkez olmak üzere ‘Alaş Orda Hükümeti’ni kurdu. Alaş Orda’yı Türkistan’da kurulan ilk bağımsız devlet olarak değerlendirebiliriz. Ancak Sovyetler kısa süre içerisinde bu devlet yapılanmasını ortadan kaldırdı.”
Alaş Orda’nın öncüleri “Kurşuna Dizildi”
Bu devletin kurucuları arasında olan ve hareketin içerisinde yer alan öncü isimlerden Alihan Bökeyhan, Ahmet Baytursunov, Mircakıp Duvlat, Mağcan Cumabay, Mustafa Çokay gibi isimler tutuklandılar, sürgüne gönderildiler, baskılara uğradılar…
Bu isimler ve pek çok Kazak aydını 1937-1938 Repressiya (Baskı) döneminde tekrar tutuklandılar. Bu tutuklanmanın ardından da “Kurşuna dizilerek” öldürüldüler.
Ancak Kazakistan’ın bağımsızlığa giden yolundaki meşaleleri, Alaş Orda Hareketi’nin aydınları yakmış oldu.
Ahmet Baytursunov
15 Ocak 1873 (1872) yılında, Kazakistan’da dünyaya gelen Ahmet Baytursunov; öğretmen, dil bilimci, Türkolog ve Kazak gazetesinin redaktörü. Baytursunov, Kazak dili ile ilgili çalışmalar yapıyordu. Kazakçaya uygun olan alfabenin Latin olduğu düşüncesini benimsedi. Bu düşüncesini 1926’daki Bakü I. Türkoloji Kongresi’nde açıkladı.
Alaş Orda’nın kurucularından ve yöneticilerinden olan Ahmet Baytursunov, bu nedenle 1929 yılında tutuklandı. İdam cezası 10 yıllık hapis cezasına çevrilen Baytursunov, 1934 yılında serbest bırakıldı ancak tekrar sürgüne gönderildi.
Ahmet Baytursunov, 1937 yılında tekrar tutuklanır ve hakkındaki tutanakta, “köylü, mal varlığı yok, sakat” ifadeleri geçerken “Bilim insanı” oluşundan bahsedilmez.
Ahmet Baytursunov, 1937 yılında “Kurşuna dizilerek” öldürüldü.
Mağcan Cumabay
Kazak edebiyatçısı, gazeteci, pedagog ve Türkolog olan Mağcan Cumabay, 1893 yılında Kazakistan’da doğdu. İlk şiir kitabının ardından Kazak-Tatar gençleri arasında milliyetçi bir sembol haline geldi. Moskova’daki Edebiyat Enstitüsünün hocaları Mağcan’a “Kazakların Puşkin’i” der.
1927 yılında pek çok yazar ve fikir adamı ile tanışır ve Alaş Orda hareketine destek verdi.
Mağcan Cumabay’ın, kurucusu olduğu Alka adlı edebiyat derneğinin “karşı devrimci faaliyetler” yaptığı iddia edildi. Cumabay, 1929 yılında bu gerekçe ile tutuklandı. İdam cezası 10 yıl sürgün cezasına dönüştürüldü. 1936’da serbest bırakılan Mağcan’dan bazı yazarlar hakkında bilgi vermesi istendi. Mağcan Cumabay, bu durumu reddettiği için hakkında soruşturma başlatıldı ve “Japon casusu” suçlamasıyla 1937 yılında tutuklandı.
Mağcan Cumabay, 1938 yılında “Kurşuna dizilerek” öldürüldü. Hakkındaki iddianame ise öldürüldükten 10 gün sonra yazıldı…
“Aydınları katletmek, o milletin geleceğini yok etmektir”
1937-1938 Baskı döneminde sadece Alaş Hareketi’nin önderlerini değil Kazak halkının aydını, genci, yaşlısı, pek çok insan katledildi.
Prof. Ahmet Buran, toplumun aynası olan aydınların ve bilim insanlarının katledilmesinin sistemli ve bir planın parçası olarak yapıldığını anlatıyor:
“Aydınların katledilmesi bir toplum için önemli. Aydınlar, toplumun yolunu aydınlatan ışıklardır, onları doğru yola sevk eden meşalelerdir. Onları katlettiğiniz takdirde, o milletin geleceğini yok edersiniz, yolunu uçurumlara sürüklersiniz… Sovyet sisteminin aydın katliamı bilinçli bir katliam. Toplumları bilinçsiz, rehbersiz bırakmak için bu katliamları yaptılar. Amaçları ise kendilerini rehber olarak göstermek ve aydınların çizdiği yoldan değil kendilerinin çizdiği yoldan gidilmesini sağlamaktı.”
Kazak-Rus nüfusu
1926-1939 yıllarındaki Kazak ve Rus nüfusları karşılaştırıldığında, Rus nüfusu neredeyse 2 kat artarken, Kazak nüfusu ise yapılan katliamlar sebebiyle 1 milyon 300 bin azaldı.
“Her iki kişiden biri açlıktan öldü”
Sovyetler salt aydınları katletmedi. Onların büyük planında bir halkın tümden ortadan kaldırılması vardı.1929-1933 yılları arasındaki açlık Kazakistan’da büyük bir felakete yol açtı. Nüfusun yüzde 49’u yani 2 milyon 230 bin kişi açlıktan öldü. Yani her iki kişiden birinin ölüm sebebi açlıktı.
Buran, “Bu çok büyük felakette ölenlerin ardından kalan insanlar da güçsüz yaşayan birer ölü halindeydiler. Felakette sadece insanlar değil, hayvanlar da öldü. Hayvanların yüzde 90’ına tekabül eden 36 milyon hayvan bu dönemde yok oldu. Felaketin sebeplerinin yüzde 50’sinin merkezi yönetimin planlamaları ve baskıcı anlayışı, yüzde 50’sinin ise kuraklık ve şiddetli kış şartlarıydı. Her iki sebep birleşince ortaya böyle bir felaket çıktı” dedi.
“20-30 bin çocuk Türkiye’ye getirilsin”
Bu kadar büyük bir felaket karşısında tüm dünya susarken Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Rusya’daki açlık felaketini görmek için bir heyet görevlendirdi. Heyetin üyelerinden olan İsmail Suphi Bey’in raporunda, bu açlık ve kıtlıktan en çok Başkurt, Tatar, Kazak ve Kırgız çocuklarının etkilendiği saptandı. Etkilenen çocuklardan 20-30 bin kadarının Türkiye’ye getirilmesi teklif edildi.
Bağımsızlığa giden yol: Jeltoksan Olayları
Kazakistan özerk bir cumhuriyet olarak Sovyetler Birliği’ne bağlıydı. Kazakistan’ın Devlet Başkanı Kazak asıllı Dinmuhammed Kunayev’di. 16 Aralık 1986 tarihinde, bir kararla Kunayev görevden alınarak yerine Rus kökenli Genaddy Kolbin getirildi.
Kolbin’in gelmesi Kazaklar arasında kabul edilmedi. Kazaklar, 17 Aralık 1986 günü Almatı’da Brejnev meydanında toplandı. Halk, demokratik protestolar yapıyordu.
“Kazakistan, Kazaklarındır”
Halkın elinde; “Kazakistan, Kazaklarındır”, “Kolbin Rusya’ya geri dön” gibi pankartlar yer alıyordu.
Sovyet Birliği yönetimi bu durumu Kazak milliyetçiliği ve Rus düşmanlığı olarak algıladı. Birlik, Kazakistan’da bulunan askerlerini, güvenlik güçlerini meydana yığdı.
Kazakistan’ın o soğuk günlerinde, akşam saatlerinde itfaiye araçları halkın üzerinde soğuk su sıkmaya başladı. İnsanlar sudan kaçmaya başlayınca askerler bu kez silahlarını ellerine aldılar.
“Bembeyaz meydan halkın kanlarıyla kıpkırmızı oldu”
Protestolar, 17-18-19 Aralık tarihlerinde sürdü ve toplam 200 kişi öldürüldü.
Karla kaplı Brejnev meydanı Kazakların kanlarıyla kızıla büründü. Kazak halkı, o günleri "Jeltoksan" (Aralık) adıyla anıyor.
Nursultan Nazarbayev
Sovyetler Birliği, Kazakistan’da yaşanan büyük olayların ardından Kolbin’i görevden alarak yerine Nursultan Nazarbayev’i atadı. Bilge ve akıllı bir politikacı olan Nursultan Nazarbayev, Kazakistan’ı o günlerden bağımsızlığa, bağımsızlıktan da bugünlere getirdi.
“Felaket 7 kardeştir”
Kazakistan’ın bütün tarihi acı ve gözyaşı ile dolu. Bağımsızlığa uzanan yolda Kazaklar baskı, sürgün, zulüm açlık ve soykırıma varan ağır bedeller ödediler. Felaketleri yedi kardeş diye tanımlayan Kazak halkının bu tanımlamasına bir kötü kardeş daha eklendi. Üstelik bu felaket bir doğa olayıyla değil Rusların eliyle geldi. Genci, yaşlısı, kadını, çocuğu, aydınıyla pek çok Kazak bağımsızlığına varan yolda yitip gittiler. Kazakistan artık bağımsız. Bağımsızlık için mücadele eden ve kurşuna dizilen Mağcan Cumabay’ın İstiklal Harbi için yazdığı şiir hala yaşıyor; şarkılarda, türkülerde…
Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza
Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim
Altay'a atadan miras Altın tahta