10 Haziran 2014 17:21
TÜRK ZİRVESİ'NİN ARDINDAN: İŞBİRLİĞİ AMA NASIL?
Türkiye'nin Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkileri, bölgeyle sınırlı kalmayıp tüm dış politika açılımlarını olumlu etkileyebilecek niteliktedir. Bodrum'daki zirve, bu ülkeler arasındaki işbirliği perspektiflerini değerlendirmeye vesile oldu.
Türk Dünyasının bağımsız devletlerinin en yüksek düzeyde temsil edildiği tek yapılanma olan Türk Konseyi 4. Devlet Başkanları Zirve toplantısı Bodrum’da gerçekleştirildi. Türk Konseyi’ne üye ülkeler Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye’nin dışında zirveye üye devlet statüsüne sahip olmamasına rağmen Türkmenistan Devlet Başkanı Kurbangulu Berdimuhammedov da katıldı.
Zirvenin bu yılki ana teması turizmdi. Modern İpekyolu’nun canlandırılması ve üye devletlerin turizm alanında işbirliğinin geliştirilmesi konusunda bir yıl boyunca devam eden çalışmaların yanı sıra ortak tarih kitabı hazırlanması ve ortak diaspora faaliyetleri yürütülmesi projeleri de değerlendirildi. Zirve bizlere Türk Dünyasının entegrasyonu konusunda atılan adımlar, bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin işbirliği perspektiflerini ve Türk dış politikasında Orta Asya bölgesinin ağırlığını değerlendirmek için bir vesile oldu.
Bu anlamda öncelikle “işbirliği” algısının değerlendirilmesi gerekmektedir. Sovyetler Birliği’nin miras bıraktığı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunların etkisinden büyük ölçüde kurtulan genç cumhuriyetler için Türk Dünyası ülkeleri arasında işbirliği daha çok “beraber kalkınma” şeklinde algılanmaktadır.
Orta Asya Cumhuriyetlerinin işbirliğinin en temel unsurunu "ortak kültür" oluşturmaktadır. Ortak kültürel faaliyetler diğer işbirliği alanlarının geliştirilmesi açısından uygun ortamın oluşturulması için en elverişli zemin olarak görülmektedir. Ancak bu genç cumhuriyetler için asıl ulaşılması beklenen hedef ekonomik ilişkilerin geliştirilmesidir. Türk Dünyası açısından bakıldığında ulaşılması en zor hedef ise ortak bir dış politika yaklaşımı olarak görülmektedir.
Bir diğer önemli unsur “kurumsallaşma” konusudur. Türk Konseyinin de üstesinden gelmeye çalıştığı en önemli problem Türk Dünyası ülkeleri arasındaki ilişkilerin kurumsallaşmasının sağlanamamasıdır. 2009 yılında Nahçivan Deklarasyonu ile kurulan Türk Konseyi bu anlamda önemli bir açığı kapatmaya yönelik hizmet vermektedir. Konsey, Türk Cumhuriyetleri arasında koordinatör kurum görevi görerek kişiler değil kurumlar arasında ilişki tesis edilmesine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu anlamda atılan adımların yeterli olmamakla beraber umut verici olduğu söylenebilir.
Örneğin Kazakistan ve Azerbaycan’ın kurumsal ilişkilerin geliştirilmesi sürecinde en az Türkiye kadar istekli oldukları ifade edilebilir. Zira Kazakistan’da kurulan Türk Akademisi ve Bakü’de 2015 yılı itibarıyla faaliyetlere başlayacak olan Kültürel Miras Vakfı, Türk Konseyi'ne üye ülkelerin sürece daha etkin katılımlarının vesilesi olacak nitelikte adımlardır.
Türk Konseyi toplantısında devlet başkanlarına, kültür ve turizm bakanlarının yanı sıra dışişleri bakanları da eşlik etmiştir. Her ne kadar ortak bir dış politika izleme konusunun uzağında olsalar da Türk Konseyi üye ülkeleri özellikle uluslararası platformlarda birbirlerine destek olabilecekleri bir anlayışın destekçisidirler. Bu bağlamda aslında 2013 yılından bu yana üye ülkeler arasında güvenlik istişareleri gerçekleştirildiğinin altı çizilmelidir. İlk güvenlik istişare toplantısının gündemi Afganistan olmuştur. 2014'ün Mart ayında Kazakistan'ın başkenti Astana’da gerçekleştirilen toplantıda ise bölgesel ve küresel gelişmelerin değerlendirilmiştir. Türk Konseyi üyeleri açısından bakıldığında istişare kanallarının açık tutulmasını sağlayan bu toplantıların önemi büyüktür.
Tüm bu değerlendirmelerin ötesinde Türk Konseyi’nin en önemli eksikliği Özbekistan’dır. Her dönemde açıkça ve ısrarla davet edilmesine rağmen Özbekistan, Türkiye ile ilişkilerde yaşanan soğukluğun etkisi ile Konsey'e ilgi göstermemektedir. Özbekistan’ın Türk Dünyası içerisindeki stratejik pozisyonu dikkate alındığında Konsey’in Özbekistan dışında kaldığı müddetçe iddialı bir yapıya dönüşemeyeceği açıkça görülmektedir.
Özbekistan genelde Türk Dünyasının, özelde ise Orta Asya coğrafyasının demografik açıdan en avantajlı ülkesidir. 30 milyonu aşkın nüfusu diğer Orta Asya Cumhuriyetleri ile karşılaştırıldığında Taşkent’e büyük güç katmaktadır. Özbekistan bölgenin en önemli askeri ve ekonomik gücüdür. Üstelik Türk tarihi ve kültürü denildiğinde Özbekistan’ın yeri doldurulamayacak niteliktedir. Özbekistan’ın “ikna edilmesi” Türk Konseyi'nin gücü ve etkinliği kadar Türkiye’nin Orta Asya politikası açısından da önem taşımaktadır.
Türkmenistan'ın Türk Konseyi toplantısına katılması üye ülkelerce özellikle Türkiye açısından memnuniyetle karşılanmıştır. Türkmenistan bilindiği gibi Orta Asya Cumhuriyetleri arasında daimi tarafsızlık statüsüne sahip tek Orta Asya Cumhuriyeti’dir. Aşkabat’ın bu sıfatını, kendisi için bir koruma duvarı örmek için kullandığı ifade edilebilir. Son dönemde Ankara ve Aşkabat ilişkilerinin seyri Türkmenistan Devlet Başkanı'nın zirveye katılma kararı almasının en önemli nedeni olarak görülebilir.
Türkiye, Türkmenistan’ın en önemli ticari ve ekonomik ortaklarından birisidir. 600’den fazla Türk firmasının yürüttükleri 1400’ün üzerinde projenin piyasa değeri 40 milyar doları aşmaktadır. İki ülke ilişkilerinin en önemli boyutunu enerji oluşturmaktadır. Azerbaycan, Türkiye ve Türkmenistan kurulacak enerji hattı kaynakların Batı pazarlarına ulaştırılması açısından hayati öneme haizdir. Zira zirveye katılan ülkelerin enerji bakanlarının da bir araya gelmiş olması bu konularında masaya yatırıldığı şeklinde değerlendirilebilir.
Zirveye ev sahipliği yapan Türkiye açısından bakıldığında Türk Konseyi’ne gösterilen ilginin Türk Dünyası ile ilişkilerden bağımsız değerlendirilemeyeceği görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkileri, Türk dış politikasının hareket kabiliyetini genişletebilecek, etkileri yalnızca bölgeyle sınırlı kalmayarak diğer dış politika açılımlarını da olumlu etkileyebilecek niteliktedir.
Bu özelliği itibarıyla Türkiye’nin son dönemde başlattığı Orta Asya atağının “derinliğe” sahip olması kritik öneme sahiptir. Bu derinliğe ulaşabilmenin önkoşulu, atılan her adımın bir sonraki adımın hazırlayıcısı olmasını sağlayabilmektir. Mevcut durum ve koşullar göz önünde tutulduğunda Türkiye’nin bölgede etkisini istenilen seviyeye çekebilmesi için kısa, orta ve uzun vadeli Orta Asya gündemini revize etme ihtiyacı olduğu açıktır. Bu kapsamda Türkiye’nin dönemsel hedeflerini belirleyerek, bu hedeflere ulaşmaya yönelik stratejilerini gözden geçirmeye ihtiyacı olduğu düşünülmektedir.
Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik kısa vadeli hedefi, söz konusu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazandıkları tarihten bugüne kadar atılmış olan, etkili sonuçlar doğurma potansiyeli taşımasına rağmen pratikte yaşanan sorunlar ve ihmaller nedeniyle arzulanan etkiyi doğuramamış hamlelerini gözden geçirmek ve tamir etmek olmalıdır.
Orta vadede, tespit edilen muhtemel işbirliği alanlarında pratik, sonuca odaklı hamleler yaparak karşılıklı bağımlılığı artırmak hedeflenmelidir.
Uzun vadede Orta Asya bölgesinde yaşanan gelişmeleri tek başına ya da içinde bulunduğu ittifaklarla etkileyebilecek, yönlendirebilecek ya da engelleyebilecek nitelikte bir aktör olarak din, dil, ırk faktörlerinin pekiştirdiği pragmatist temellere dayanan rasyonel bir ilişki modeli oluşturmak Türkiye’nin amacı olmalıdır. Aksi halde atılan adımlar, büyük güç olma iddiasına rağmen Türk dış politikasının dönemsel söylemlerinin konusu olmanın ötesine geçemeyecektir.